2050 vizyonuna odaklanan CIMPOR Global, düşük klinker oranlı çimentolar, alternatif yakıt ve ham maddeler, enerji verimliliği ve ileri teknolojilere yaptığı yatırımlar sayesinde karbon nötr bir geleceğe doğru ilerliyor. Şirket, özellikle DeOHclay gibi yenilikçi bağlayıcı teknolojileri sayesinde birim çimentoda %40 ve üzerinde CO₂ azaltımı sağlarken, dünya çapında 12 ülkede yürütülen projelerle küresel sektöre örnek teşkil ediyor.
Dijitalleşme ve endüstriyel optimizasyon alanında da öncü konumda olan CIMPOR Global, yapay zekâ destekli uygulamaları ile 3 kıtada, 18 farklı tesiste operasyonel verimlilik ve maliyet avantajı yaratmayı hedefliyor. Bunun yanı sıra şirket, kalsine kil proses teknolojileri ile endüstriyel ölçekte inovasyonun öncü isimlerinden biri olarak, çimento üretiminde karbon ayak izini minimize ederken, sektör için de benchmark oluşturuyor.
Berkan Fidan
CTO
CIMPOR-OYAK Çimento Grup
Çimento küresel CO₂ emisyonlarının yaklaşık %7’sini oluşturuyor. CIMPOR’un iklim sorununun değil, çözümünün parçası olmak için somut yol haritası nedir? 2050 ufkuna baktığınızda, CIMPOR’un çimentonun geleceğini şekillendirmedeki rolünü nasıl görüyorsunuz?
CIMPOR olarak iklim kriziyle mücadeleyi hem bir sorumluluk hem de sektörümüzün ve dünyanın geleceğini şekillendirecek stratejik bir öncelik olarak görüyoruz. Yol haritamızın merkezinde, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik bütüncül bir yaklaşım yer alıyor. Bu yaklaşım, düşük klinker oranına sahip çimentoların üretimi, alternatif yakıtların ve ham maddelerin kullanımı, enerji verimliliğini artıran çözümler ve ileri teknolojilere yatırım gibi unsurlardan oluşuyor. 2050 ufkuna baktığımızda, CIMPOR’un sadece bir çimento üreticisi değil, aynı zamanda sürdürülebilir şehirlerin ve altyapılarının çözüm sağlayıcısı olarak konumlandığını görüyoruz. Geliştirdiğimiz yenilikçi teknolojiler ve malzemelerle, karbon nötr bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Batı Afrika’daki yatırımlarımız gibi, küresel çapta uyguladığımız projelerle sektör için yeni standartlar belirliyor, kalsine kil vb. inovatif malzeme teknolojilerimiz ile düşük karbonlu çimento üretimine öncülük ediyoruz. Amacımız, çimento üretimini döngüsel ekonomiye tam entegre hale getirerek, karbon ayak izini en aza indiren bir ekosistem yaratmak.
Mühendislik optimizasyonları ile saha tecrübelerini birleştirerek geliştirdiğimiz DeOHclay konsepti ile OPC klinkerinden %90’a varan oranda daha düşük CO₂ ayak izine sahip yeni nesil bu bağlayıcıyı pazara sunduk.
CCUS’tan yapay zekâya, alternatif bağlayıcılardan hidrojen kullanımına kadar birçok yeni teknoloji gündemde. Sizce çimento sektöründe en büyük dönüşümü yaratacak teknoloji nedir?
Sektörümüzde birbiriyle entegre çalışan birden fazla teknoloji, büyük bir dönüşüm yaratma potansiyeli taşıyor. Özellikle yenilikçi proses teknolojileri ve bunlarla entegre endüstriyel dijitalizasyon çözümleri son yıllarda odaklandığımız konuların başında geliyor. Sektör olarak, son 30 yıllık dönemde kademeli olarak entegrasyonu gerçekleşen fosil yakıtlardan atıktan türetilmiş yakıtlara geçiş belirli bir olgunluğa ulaşmış durumdadır. Bununla birlikte verimlilik arttırıcı projeler ve yenilenebilir enerjiye geçiş, biyokütle kullanımı, alternatif ham maddeler ile doğal ham maddelerin yer değişimi gerek sürdürülebilirlik gerekse endüstriyel olgunluk gereklilikleri ile yaygın hale gelmektedir. Ancak net sıfır yolculuğunda referanslar ve hedefler dikkate alındığında 2030, 2035 ve 2050’ye giden trendler ile sapmalar artmaktadır. Daha etkin, hızlı ölçeklenebilir ve öncelik esaslı çözümlerin gün geçtikçe daha kritik hale geldiğini gözlemliyoruz.
Net sıfır yolculuğunda kalıcı çözüme ulaşılabilecek basamağı oluşturan adımların içerisinde yer alan karbon yakalama, kullanma ve depolama çözümleri, hidrojene dayalı yakıtlara geçiş, yanma süreçlerinden tam elektrifikasyona geçiş vb. inovatif çözümler orta ve uzun vadede geleceği şekillendirecektir. Ancak hem regülasyon hem ekonomi ve değer zinciri hem de endüstriyel tecrübe anlamında hala aşılması gereken süreçler bulunmaktadır. Bu sebeple kısa vadede en etkin çözümün düşük karbonlu çimento üretimlerine geçişi kolaylaştıracak ürün optimizasyonları ve geliştirmeler olduğuna inanıyorum. Bunu destekleyici operasyonel iyileştirmeler, inovatif ara bileşenler ve çağımızın en dinamik teknoloji ve gelişim katalizörü olan yapay zekâ ile dijital araçlar yakın geleceğimizde ciddi değişim ve dönüşüm sağlayacaktır.
Biz de global olarak stratejilerimizi bu odaklanma üzerinde konumlandırıyoruz. En önemli örneklerinden biri de düşük karbonlu çimentolara giden yoldaki en etkin adımlardan olan klinker azaltımı konusundaki çalışmalarımızdır. Ek bağlayıcı malzemelerin (SCMs) erişilebilirliği ve kaynak yeterliliği konularındaki potansiyel riskler dikkate alınarak sektörün global ölçekteki ihtiyaçlarını karşılayacak kalsine kil çözümlerini sunuyoruz. Uzun yıllardır yürüttüğümüz Ar-Ge çalışmalarını, endüstriyel ölçeğe de taşıyarak dünyanın en büyük kalsine kil üretim kapasitesine ulaşmış durumdayız. Mühendislik optimizasyonları ile saha tecrübelerini birleştirerek geliştirdiğimiz DeOHclay konsepti ile OPC klinkerinden %90’a varan oranda daha düşük CO2 ayak izine sahip yeni nesil bu bağlayıcıyı pazara sunduk. Öncüsü olarak başlattığımız bu dönüşümün dalga dalga tüm sektöre yayıldığını görmenin gururunu yaşıyoruz.
Benzer şekilde dijital dönüşüm anlamında da sektörde ilklere imza atarak ilerliyoruz. Bu alanda da dönüşümü deneysel, pilot ve pazarlama odaklı çalışmalar yerine endüstriyel ölçek ve global yayılımda uygulayarak yaygınlaşmasını destekliyoruz.
Yıllık olarak 4 milyar tonun üzerinde ihtiyaç duyulan bir malzemenin aynı ölçeğe etkin olarak karşılık verebilecek aksiyonlar gerektirdiğine inanıyorum. 2050 net sıfır hedeflerinin de buna dayalı önceliklendirmeler ile uygulamaya alınması gerektiği görüşündeyim.
Bu noktada, LC3 teknolojisi, CIMPOR’un sürdürülebilirlik stratejisinde nasıl bir rol oynuyor? Şirketin uzun vadeli karbon azaltım hedefleriyle nasıl bir uyum içinde?
LC3 (Kireç Taşı Kalsine Kil Çimentosu) konsepti, akademik çalışmaların ardından 2010 yılı sonrasında sektörel anlamda tanınır hale gelen öncü bir oluşumdur. CIMPOR Global olarak kalsine kil bileşeni ile ilgili çalışmalarımız yaklaşık 10 yıl öncesine dayanmaktadır. Birçok laboratuvar ve Ar-Ge çalışmalarının ardından sürecin en önemli katma değerinin endüstriyel tecrübe ile oluşacağını ve bu alanda oldukça sınırlı tecrübe olduğunu belirledik. Hemen ardından globalde lokal oyuncu olma vizyonumuz ile de uyuşacak şekilde Batı Afrika odaklı yatırımlarımızı başlattık. Dünya’nın ilk greenfield kalsine kil içeren öğütme tesisini 2020 yılında Fildişi Sahilleri’nin Abidjan şehrinde devreye aldık. Malzeme üzerine edindiğimiz bilgi birikimini saha tecrübeleri ve optimizasyonlara dayalı çıktılar ile birleştirerek yine dünyanın ilk flash calciner tesisini Kamerun’da 2023 yılında devreye aldık.
Süreç içerisinde kalsine kil katkılı çimentoların standartlara entegrasyonu ile birlikte markete bu çimentoları sunan ilk oyunculardan biri konumundayız. Ürün sınıflarına göre değişkenlik göstermek ile birlikte %40 ve üzerinde klinker yer değiştirme oranlarına ulaşılmaktadır. Elde ettiğimiz endüstriyel tecrübe ile birlikte çok farklı kil bileşenlerinin aktivasyonu ve renk kontrolünü sağlıyor, termal proseslerde fosil bazlı yakıtlardan biyokütle esaslı yakıtlara geçişi mümkün kılıyoruz.
CIMPOR’un sürdürülebilirlik stratejisinin merkezinde yer alan De- OHclay teknolojisi en kritik unsurlardan biri konumundadır. Bu teknoloji, çimento üretiminde yüksek CO₂ emisyonu yaratan klinkerin yerine, bol miktarda bulunan kireç taşı ve kalsine kili kullanarak birim çimentoda %40 ve üzerinde spesifik CO₂ azaltımı sağlıyor. Bu yaklaşım şirketimizin orta ve uzun vadeli karbon azaltım hedefleriyle tam bir uyum içindedir.
2026 yılı ilk yarısında yıllık 1,5 milyon ton kalsine kil üretim kapasitesine ulaşarak, yılda 5 milyon tona kadar kalsine kil katkılı düşük karbon ayak izine sahip çimento üretimine imkân sağlayabilecek potansiyele erişmiş olacağız. Bu potansiyelin pazarda kullanılabilir olması ile yıllık 1,2 milyon tona yakın CO₂ emisyonu azaltımı sağlanabilecektir. CIMPOR olarak Türkiye, Portekiz ve Afrika operasyonlarımızla birlikte şimdilik 12 ülkeye ulaşan ayak izimizde fiilen pazara erişimini sağlamayı, dekarbonizasyon hedeflerimizi desteklemekle birlikte tüm sektör için de radikal bir dönüşüm sürecine öncülüğümüzü sürdürmeyi hedefliyoruz.
LC3’ün dünyanın çeşitli bölgelerindeki pazar potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklı coğrafyalarda uygulanabilirliğini etkileyen temel faktörler nelerdir?
Kalsine kili diğer SCM’lerden – özellikle termal etkiye uğramış belirli bir reaktiviteye sahip doğal ve başka bir prosesin çıktısı olanlardan – ayıran en önemli farkı kristal yapısındaki değişimin sınırlı olmasıdır. Gerek doğal puzolan ve cüruflar olsun, gerekse de yüksek fırın cürufu ve uçucu kül olsun, kristal değişim ve kalsinasyona bağlı formasyon dönüşümüne uğramaktadır. Bunun sonucu olarak da kimyasal kompozisyona dayalı farklılaşmalar olsa da yakın özelliklere sahiplerdir. Ancak kalsine kil prosesinde aslında kalsinasyon değil dehidroksilasyon reaksiyonu meydana gelmekte ve yapısal kristal bozulma olmaması amaçlanmaktadır. Bu sebeple ham kil içeriğindeki kimyasal bileşim ve diğer bileşen mineralojik yapıların hidroksil grupları ve bazı uçucu yapıların dışında aynı şekilde korunması anlamına gelmektedir. Sonuç olarak da her kalsine kil üretildiği kil ve killerin birleşkesine ait nihai reaktivite, tane boyutu, kimyasal içerik vb. şartları son ürüne taşımaktadır. Bu da kilin yapısında bazı tercihsel ihtiyaçları gerektirmektedir. Ancak bu seçicilik dahi aktivasyona uygun killerin bulunurluğu ve yayılımını kısıtlamamaktadır, aynı çimento üretimi için gerekli kalker ve marl gibi neredeyse her coğrafyada erişilebilir durumdadır. Bu da kalsine kili diğer SCM’lerden ayıran çok önemli bir avantaj olarak öne çıkarmaktadır.
Teknolojik olgunluk seviyesinde de ciddi bir ilerleme olduğundan bu alanda da negatif bir etki gözlemlenmemektedir. Ancak kil kaynağına uygun uzmanlık, proses optimizasyonu, doğru ekipman ve alt proses seçimleri, yakıt ve emisyon koşullarına göre dizayn, çıktı malzemenin nihai ürüne (çimento ve LC2) dönüşümündeki proses aşamaları kritik öneme sahiptir.
Pazar açısından her coğrafyada uygulanabilecek ve ciddi oranda klinker azaltımı sağlayacak kalsine killer, doğal puzolanik malzeme bulunan volkanik ve metamorfik aktiviteye sahip bölgelerde ve yan ürün çıkaran demir çelik, termik santral vb. alanlara yakın bölgelerde fizibilite kıyaslamasına tabi olabilecektir.
Ancak doğal kaynakların sınırlı rezerv kapasiteleri, ocak açılması için regülasyon ve süreçlerin katılaşması, aktivite değerlerinin çok yüksek olmaması sebebiyle kalsine kilin uygulanabilirliğini tamamen kısıtlamayacaktır.
Diğer yüksek reaktiviteye sahip GBFS ve uçucu kül gibi bileşenler için ise ilgili ana sektörlerin CO₂ emisyon azaltımı stratejileri ile aldığı aksiyonlar sebebiyle kaynak arzı her geçen gün azalmaktadır. Buna paralel olarak talebin artışına bağlı birim fiyatlarda yükselme trendi devam etmektedir. Yeni regülasyonlar ile birlikte, CO₂ emisyonuna sahip termal bir prosesin yan ürünü olması sebebiyle bünyesinde oluşacak CO2’nin dikkate alınması ve vergiye tabi tutulması gibi olası riskler de gündeme gelmektedir. Bu durum dikkate alındığında, orta ve uzun vadede kalsine kil ile yer değiştirmelerin artacağı öngörülmektedir.
Güncel şartlar altında kalsine kilin global alanda yayılmasının hızlanması ve çok yüksek oranda CO₂ azaltımına bariyer oluşturan ana konuların başında; kalsine kil üretim tesislerine özel yönetmelikler, CO₂ vergilendirme esasları, emisyon limitleri, izin süreçleri vb. hususlar gelmektedir. CIMPOR olarak bu süreçlerde belirleyici rol üstleniyoruz; teorik hesaplar veya kabullenmeler yerine, fiilen üretim yapan hatlarımızla referans noktası ve benchmark oluşturma sorumluluğunu taşıyoruz.
Global ölçekteki lider üretici ve teknolojik anlamda öncü olma konumumuzu destekleyecek şekilde dünyanın en büyük hattını Avrupa Birliği sınırları içerisinde Portekiz’de inşa ediyoruz. Souselas’da önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde devreye alacağımız 1,500 ton/gün kapasiteli kalsine kil hattımız bu dönüşümün kritik adımlarından biri olacaktır. Çünkü proje kapsamında sadece kapasite değil kalsine kil üretiminde birçok yenilik yer almaktadır. Bunların başında %80 ve üzerinde alternatif yakıt kullanımı ile üretim, özel emisyon kontrol ve iyileştirme sistemi, çoklu kil kaynağı homojenizasyon sistemi, özel olarak yeniden tasarlanmış yenilikçi soğutma ve nihai ürünlere geçen proseslerde inovatif öğütme teknolojileri gelmektedir. Diğer projelerimiz ile birlikte bu projenin de kalsine kilin global ölçekte uygulanabilirliğine referans olacağı ve çimento sektörü dekarbonizasyonuna etkin hizmet edeceğine inanıyorum.
LC3 (Kireç Taşı Kalsine Kil Çimentosu) konsepti, akademik çalışmaların ardından 2010 yılı sonrasında sektörel anlamda tanınır hale gelen öncü bir oluşumdur. CIMPOR Global olarak kalsine kil bileşeni ile ilgili çalışmalarımız yaklaşık 10 yıl öncesine dayanmaktadır.
Kamerun Kribi’de devreye alınan kalsine kil tesisiniz LC3 üretiminde nasıl bir fark yaratıyor? Bu üretim sürecinde karşılaşılan en önemli teknik zorluklar neler oldu?
Kamerun Kribi’deki kalsine kil tesisimiz, LC3 üretiminde devrim niteliğinde bir fark yaratıyor. Bu tesis, dünyanın flaş kalsinatör tasarımına sahip ilk endüstriyel ölçekli kalsine kil üretim hattıdır. Flaş kalsinasyon teknolojisi, kilin daha verimli ve etkin olarak aktive edilmesine imkân sağlamakla birlikte yakıt kaynağı çeşitliliği sunarak üretim sürecinin çevresel etkisini minimize etme konusunda bize önemli avantajlar sunmaktadır.
Tesisin ilk endüstriyel ölçekli örneği olması sebebiyle optimizasyon, ham kil sevk süreçleri, ilk defa kullanılan ekipmanlar, gaz kompozisyonu dengeleri ve en önemlisi renk kontrolü konularında ciddi geliştirme ve iyileştirmeler yapılmıştır. Kil yapısındaki değişkenlikler ve rutubet gibi fiziksel özellik değişimleri hava süpürmeli bir sistemde proses dengesi ve ısıl enerji düzenliliğinin sağlanmasında önemli aşamalar oldu.
Ancak, kapsamlı Ar-Ge faaliyetlerimiz, Abidjan tesisinde kazandığımız tecrübelerimiz, renk kontrolü konusundaki ön çalışmalarımız ve teknik bilgi birikimimiz ile bu zorlukların üstesinden gelerek, yüksek kalitede kalsine kil üretimi için bu türünün ilk örneği olan tesisi başarılı bir şekilde devreye aldık.
Bu tesis, sadece bizim DeOHclay vizyonumuz için değil LC3 konseptinin ikincil bir tesis ve döner fırın dışındaki başka bir alternatif proses ile gerçekleştirilmesinin canlı örneği olarak bir dönüm noktası konumundadır. Bunun ardından hızlanan yeni projeleri görmekten ve sektörün dekarbonizasyon yolculuğunda önemli bir tetikleyici rol üstlenmekten gurur duyuyoruz.
2026 yılı ilk yarısında yıllık 1,5 milyon ton kalsine kil üretim kapasitesine ulaşarak, yılda 5 milyon tona kadar kalsine kil katkılı düşük karbon ayak izine sahip çimento üretimine imkân sağlayabilecek potansiyele erişmiş olacağız.
CIMPOR inovasyonu nasıl yönetiyor: kendi Ar-Ge gücüyle mi, startup iş birlikleriyle mi, yoksa küresel ortaklıklarla mı?
CIMPOR olarak inovasyonu tek bir kanal üzerinden yönetmiyoruz. İnovasyon stratejimiz, kendi güçlü Ar-Ge kasımızı, start-up iş birliklerini ve küresel ortaklıkları birleştiren hibrit bir model üzerine kuruludur. Bu çok katmanlı yaklaşım, bize dinamik ve hızlı hareket etme yeteneği kazandırıyor.
Kendi Ar-Ge birimlerimiz, DeOHclay gibi tescilli teknolojileri geliştirmemizi sağlarken, start-up’larla olan iş birliklerimiz sektör dışından taze bakış açıları ve çevik çözümler getirmemize yardımcı oluyor. Örneğin, FIZIX ile yaptığımız iş birliği, yapay zekâ tabanlı koruyucu bakım alanında önemli bir adımı temsil ediyor. Aynı şekilde, TCC Group Holdings çatısı altındaki kurgumuz da teknoloji transferini kolaylaştırarak ve büyük ölçekli yatırımlara olanak tanıyarak inovasyon gündemimizi hızlandırıyor.
Önümüzdeki yıl ve sonrası için sırada olan bu tipte yenilikçi çözümleri hem kendi inovasyon, dijital dönüşüm ve dekarbonizasyon yolculuğumuzdaki hedefleri desteklemek; hem de sektörel olarak tüm paydaşların vizyonunu ve önünü açmayı hedefliyoruz.
CIMPOR’un inovasyon gündemi açısından; hükümetler, akademi ve teknoloji şirketleri arasında en kritik ortaklıklar hangi taraflarla olmalı ve neden?
İnovasyonun, öncelikle teknoloji ve bilgi birikimine dayalı işbirlikleri sayesinde gerçekleşeceğine inanan bir organizasyonuz. Bu açıdan teknoloji şirketleri ve akademik kuruluşlar ile kurulan işbirlikleri, inovasyon gündemimizin başarısı açısından oldukça önemli.
FIZIX ile yaptığımız gibi, yapay zekâ, IIoT, otomasyon ve veri analizi gibi alanlarda uzmanlaşmış teknoloji şirketleriyle kurulan iş birlikleri, operasyonel verimliliğimizi artırmamızı ve maliyetleri optimize etmemizi sağlıyor. Bu da bizi sektördeki diğer oyunculardan ayıran en önemli faktörlerden biri.
Üniversiteler ve araştırma enstitüleri ile projeler geliştirmek ise uzun vadeli, çığır açan Ar-Ge projeleri için hayati önem taşıyor. Bu ortaklıklar, döngüsel ekonomi, yeni nesil bağlayıcı malzemeler ve karbon yakalama gibi alanlarda bilimsel temelli çözümler geliştirilmesine yardımcı olma potansiyeline sahip.
Hükümetlerle olan ortaklıklar” yerine “Resmi kurum ve kuruluşlar ile yürütülen süreçler ve işbirlikleri ise daha çok yasal düzenlemeler ve teşvikler aracılığıyla sektör genelindeki dönüşümü hızlandırmak açısından önem taşıyor.
CIMPOR olarak sektöre ve topluma katkı sağlamaya yönelik çabalarımız ve söz konusu kurum ve kuruluşlarla iş birliklerimiz sadece inovasyonla sınırlı kalmıyor. Yaptığımız her işte insana dokunmayı önemsiyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz ülkelerin kalkınmasında güvenilir bir ortak olmayı, yerel altyapı projelerine katkıda bulunmayı ve istihdam yaratmayı amaçlıyoruz. Ayrıca eğitim gibi toplumsal etkisi büyük alanlarda da sosyal sorumluluk çalışmaları yürütmeyi önemsiyoruz. Afrika’da faaliyet gösterdiğimiz Fildişi Sahili’nde hayata geçirdiğimiz “Avec Vous” (Sizinle) projesi, bu alandaki örneklerden biri. CIMPOR Abidjan fabrikasının yakınındaki Attinguié köyündeki çocuklara eğitim materyalleri dağıtılmasıyla başlayan projenin ilerleyen aşamalarında hükümet ve yerel yönetimlerle de iş birliği içerisinde aynı adı taşıyan bir anaokulu inşa edilip tam donanımlı hale getirilerek bölgeye bağışlandı. Bölgenin sosyal refahına yönelik bu adım, paylaşmaya ve toplumların ortak değerlerine bağlılığımızın göstergelerinden biri.
FIZIX ile yaptığınız iş birliği, koruyucu bakım alanında önemli bir adım. Bu proje ile üretim tesislerinizde ne gibi verimlilik artışları ve maliyet avantajları elde etmeyi bekliyorsunuz?
FIZIX iş birliği IndustrAI – Bakım Mükemmellik Projesi’nin önemli parçalarından birini oluşturuyor, üretim tesislerimizin operasyonel verimliliği anlamında ciddi bir gelişim yaratıyor. Bu proje ile en önemli beklentimiz, öngörücü ve tanımlayıcı bakım kapasitemizi artırarak beklenmedik duruşları önceden tespit ederek kayıpları minimuma indirmek.
“Smart Machine Health” olarak tanımladığımız kurgu içerisinde kendi mikroişlemcileri üzerinde olan çok fonksiyonlu IIoT sensörler ile verileri azami detayda ve doğrulukta toplanarak yapay zekâ destekli analiz ile anomali tespitine tabi tutuluyor. Bu şekilde sadece vibrasyona dayalı basit değişkenliklerin çok daha derinine inilerek 3 eksende çok geniş spektrumda titreşim frekansları, sıcaklık, akustik, manyetik akım ve devir bilgileri ile prosese ait bilgiler eşleştirilerek arızalar oluşmaya başladığı anda tespit ediliyor. Bu şekilde fark edilir hasara gelene kadar oluşan süreç, ilişkili birimlerdeki deformasyonlar, uzun arıza duruşları, tespit ve kök neden analizleri vb. aşamalar yapay zekâ desteği ile çok daha önleyici, koruyucu, yönlendirici ve karar desteği ilişkili yürütülüyor.
Projenin etkinliği, uygulanabilirliği ve ölçeklenmesi ile sonraki süreçlerde bağımsız olarak esnek yapılanmasını sağlamak adına 5G MPN altyapısı ile entegrasyonu sağlanmıştır. Genel şebeke yerine çimento fabrikasının tüm açık ve kapalı alanlarını kapsayacak özel 5G ağı üzerinden IIoT sensör haberleşmeleri sağlanmaktadır. Bu kurgu ile sadece 1 yıla yakın bir sürede 3 ayrı kıtada 18 farklı tesiste 10,000’in üzerinde sensörün kurulumu ve uygulamaya alımı tamamlanmış olacaktır.
Elde etmeyi beklediğimiz temel verimlilik artışları ve maliyet avantajlarından söz edecek olursak;
Üretim Sürekliliği: Planlanmamış duruşların azalması, üretim hatlarımızın kesintisiz çalışmasını sağlayarak üretim sürekliliğimizi artırıyor.
Bakım Maliyetlerinde Azalma: Arızaları önceden tespit ederek, onarımları daha planlı ve düşük maliyetli bir şekilde gerçekleştirebiliyoruz. Yedek parça stok optimizasyonu ile stok maliyetlerinde ve satın alma süreçlerinde ekonomik ve operasyonel avantajlar sağlayabiliyoruz.
Enerji Verimliliği: Daha iyi çalışan ekipmanlar, enerji tüketimini optimize ederek operasyonel maliyetleri düşürüyor.
İş Güvenliği: Arızaların önceden tespiti, çalışanlar için daha güvenli bir çalışma ortamı sağlıyor.
Sürdürülebilirlik: Yüksek verimlilik, düzenli üretim ve artan güvenirlik ile birlikte dekarbonizasyon hedeflerini de destekliyor.
Vodafone ile gerçekleştirdiğiniz 5G MPN esaslı veri ağı projesi, operasyonel verimliliğinizi nasıl etkiledi?
Dijitalleşme yolculuğunda güçlü bir altyapının rolü hakkında neler söylemek istersiniz? Portekiz’de ilk ayağını Vodafone ve Ericsson işbirliği ile gerçekleştirdiğimiz 5G özel mobil ağ (MPN) projesi, dijitalleşme yolculuğumuzun önemli kaldıraçları arasında yer alıyor. Güçlü ve güvenilir bir network altyapısı olmadan, yapay zekâ, otomasyon ve Endüstri 4.0 uygulamalarının tam potansiyelini kullanmak mümkün değildir.
Edindiğimiz tecrübe ile Türkiye uygulamalarını da kısa süre içerisinde devreye alacağız. Böylece tüm sensör ve donanım araçlarından gelen veriler canlı, gecikme olmadan ve kablosuz toplanabilecektir. Bu durum, operasyonel verimliliğimizi de şu yönlerde doğrudan etkiliyor;
Gerçek Zamanlı Karar Verme: Veriye dayalı kararlar, üretim süreçlerimizi anında optimize etmemizi sağlıyor.
Uzaktan Yönetim ve İzleme: Güçlü altyapı, tesislerimizi uzaktan izleme ve yönetme yeteneği sunarak, operasyonel esnekliğimizi artırıyor.
İnovasyonun Hızlanması: Güvenilir bir network, yeni dijital çözümlerin ve uygulamaların daha hızlı entegre edilmesini ve test edilmesini mümkün kılıyor.
Kısacası, dijitalleşme kavramı sadece otomasyon ya da analogdan geçiş değil; veriye anlık erişim, anlık işleme ve anında geri bildirimi de içermektedir. Güçlü bir network altyapısı, bu verinin damarlarımızda kesintisiz akmasını sağlayarak, bizi sadece üretim yapan bir şirketten, veriye dayalı kararlar alan ve geleceğe yön veren bir teknolojik yapı malzemeleri üreticisine dönüştürüyor.
Kamerun Kribi’deki kalsine kil tesisimiz, LC3 üretiminde devrim niteliğinde bir fark yaratıyor. Bu tesis, dünyanın flaş kalsinatör tasarımına sahip ilk endüstriyel ölçekli kalsine kil üretim hattı.
Döngüsel ekonomi — kentsel madencilik, endüstriyel simbiyoz, atıkların yeniden değerlendirilmesi — sizce çimento üretimini ölçekli olarak nasıl değiştirecek?
Döngüsel ekonomi, çimento üretimini temelden değiştirecek ve sektörün geleceğini şekillendirecek en önemli kavramlardan biri. Geleneksel doğrusal “al-yap-at” modelinden, kaynakların verimli bir şekilde kullanıldığı ve atıkların yeni bir değer zincirine dönüştürüldüğü bir modele geçiş, sadece çevresel bir gereklilik değil, aynı zamanda ekonomik bir zorunluluk.
ESG stratejileri ve vizyonunun önemli parçalarından olan döngüsel ekonomi alternatif ham madde ve yakıt kullanımlarından, endüstriyel simbiyoza dayalı iş birlikleri ve çözümlere, yıkıntı atıkları ve betonun yeniden kullanımına kadar birçok alanda ciddi fırsatlar içermektedir.
CIMPOR olarak biz de bu alanlara öncelik veriyor ve dekarbonizasyon yol haritamızı destekleyen bu süreçte, doğal kaynak kullanımını azaltmaya, yeniden kullanımı teşvik etmeye ve atıklar için nihai çözüm noktası olarak çevresel yükü hafifletmeye odaklanıyoruz.
Evsel ve endüstriyel atık kullanımında pazar lideri olduğumuz Türkiye ve Portekiz özelinde alternatif yakıtlar ile fosil yakıtların yer değiştirme oranında sektörel olarak liderlik ediyoruz. Türkiye’de Aslan fabrikamız ve Portekiz’de Alhandra ve Souselas tesislerimizde fiilen %60 ve üzerinde yer değiştirme oranlarımızı, devam eden yatırımların neticelenmesi ile %80 ve üzerine taşıyacağız. Diğer tüm tesislerimizde de ortalamada %35 bandına yaklaşan yer değiştirme oranlarını yukarıya taşımak için iş birlikleri ve çeşitli modeller geliştiriyoruz. Bu sayede çevremizdeki belediye ve sanayilerin atıklarının bertarafını sağlıyor, çevresel etkilerini en aza indiriyoruz.
Alternatif ham madde kaynaklarını proseslere dahil ederek doğal kaynak tüketimlerini azaltıyoruz. Klinker ile yer değiştirebilecek uygun reaktiviteye sahip diğer endüstriler için atık olan malzemelerin kullanım oranını arttırıyoruz.
Gelecekte daha da kritik hale gelecek olan yıkıntı betonların yeniden prosese tabi tutulması ve elde edilecek agrega, kum ve hidrate çimento tozunun yeniden kullanımı için hem Türkiye hem de Portekiz’de endüstriyel ölçekte iki ayrı tesisinin kurulumu devam etmektedir. Tamamen özel bir proses dizayna sahip bu tesislerin çıktıları doğrudan doğal kaynak tüketimini azaltacak ve yıkıntı atıklarını yeniden ürüne dönüştürecektir.
Sonuç olarak, bu kadar geniş hacimde üretimi ve tüketimi olan çimento ve betonun geri dönüşümü hem çevresel hem sosyal hem de ekonomik açıdan çok ciddi faydalar içermektedir. Yakın gelecekte bu döngüsel geri kazanıma dayalı düşük karbonlu ürünler üzerine çözümler daha da yaygınlaşacak, dekarbonizayon stratejilerinin önemli bileşenlerinden biri olacaktır.
Bugün sektöre giren genç mühendislere ve profesyonellere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Günümüz iş hayatı ve özellikle COVID sonrası değişim trendi hem çalışanlar hem de işverenler açısından zorunlu ve köklü dönüşümleri tetiklemiştir.
Sektörümüz özelinde baktığımızda uzun yıllara dayanan çeşitli kalıpların kırılmaya başlandığı ve şartlara uyuma zorunlu hale geldiği net olarak gözlemlenebilmektedir. Kendi içerisinde kapalı, alanında yüksek uzmanlığa sahip ve aidiyet kültürü yoğun bir sektör kurgusundan; dış dünyaya çok daha açık, farklı alanlarda uzmanlıklara ihtiyacın arttığı ve artan rotasyona alışık bir kurguya geçiş sürecindeyiz.
Bu sektörü tercih eden yeni profesyoneller özelinde ise teknik bilgiyi uygulama isteği ve endüstriyel sahada fiilen olmanın etkileyici olduğu bir dönemden; daha çok inovasyon, teknoloji, dijitalleşme, çevre ve sürdürülebilirliğe fiziken etki edici olmanın belirleyici olduğu bir döneme geçiş hızla gerçekleşmektedir. Bunu inkâr etmek ve duyarsız olmak, geride kalmak ve elenmek anlamına gelecektir.
Şirketler tarafında bu değişime uyumlu stratejilere odaklanmak, özünde çimento ve beton üretimi amacının yanında artık sadece vizyonel değil ekonomik olarak da belirleyici olan alanları görünür kılmak ciddi öneme sahiptir. İnsan kaynağı ve kaliteli iş gücü bu görünürlüğe istinaden yeniden önceliğini ve tercihlerini bu sektöre yönlendirecektir.
Bugün işe başlayan ya da bu sektörü hedefleyen genç profesyoneller için bazı tavsiyelerim;
• Çimento ve beton tek bir pencereden bakıldığında; taş ve toprağın, toz ve gürültü içinde işlendiği ve nihayetinde sudan ucuz gri renkte bir malzemenin çıktığı bir sektör gibi gözükür. Ama farklı bir pencerede; sera gazı emisyonları, enerji tüketimi, çevre, sürdürülebilirlik ve birçok alanda birçok diğer sektöre göre çok daha yüksek oranda etki yaratabilecek açılımlar ve potansiyellere sahiptir. En basit örneği hiçbir endüstriyel faaliyet sebebiyle kütlesel olarak yıllık 4 milyar tonu bulan üretim yapılamamaktadır. Buna karşılık, enerji ve emisyon dikkate alındığında, sera gazı azaltımı veya enerji verimliliğinden elde edilecek faydalar önemli ölçüde artış gösterecektir. Çimento sektörünün çevresel, sosyal ve yönetişim açılımlarında bilgi sahibi olunmalıdır.
• Endüstriyel açılım ve derinlik sürekli genişlemektedir. Bu sebeple araştırmanın, öğrenmenin ve farklı disiplinlerle ilgili gelişim sağlamanın kariyer yolunda önemli faydası olacaktır. Mühendisler; finans, IT, OT, tedarik zinciri, satış vb. alanları da incelemeli; idari birimler de teknik alanları analiz etmelidir. Yapay zekâ, LLM, agentic AI gibi bileşenler çoklu disiplinde bilgisi olan profillerin ayrışmasını, değerli olmasını sağlayacaktır.
• Teknoloji, dijital araçlar ve inovasyona erişim çok daha hızlı ve dinamik olduğundan, iş süreçlerine mutlaka yansıtılması gerekmektedir. Bu alanlarda fikri, denemesi, motivasyonu ve iş birliğine açıklığı olan kişiler fark yaratacak ve farklılaşacaktır.
• Sektör ve diğer yakın sektörler ile ilgili start-up, yeni yaklaşımlar ve teknolojiler takip edilmelidir. Bu sadece mühendislik alanında değil; çevre, risk yönetimi, İK, kalite, finans, hukuk gibi birçok alanda sinerji yaratabilecek, iş yapışını değiştirecek fikirleri tetikleyecektir. Yaratıcılık hem motivasyonu arttırır hem de öğrenme sürecini hızlandırır.
• Son olarak ne kadar dijital ve teknoloji odağımız bireyselliğe doğru itiyor olsa da takımdaşlık ve ekibin parçası olmak başarının önemli kriterlerindendir. Sektörümüz, yenilikçi ve cesur gençlere kapılarını sonuna kadar açmış durumdadır. Onlara sadece bir iş yapmakla kalmayıp, bu işin geleceğini şekillendiren bir misyonun parçası olmaya odaklanmalarını tavsiye ediyorum.
Sektörümüz, yenilikçi ve cesur gençlere kapılarını sonuna kadar açmış durumdadır. Onlara sadece bir iş yapmakla kalmayıp, bu işin geleceğini şekillendiren bir misyonun parçası olmaya odaklanmalarını tavsiye ediyorum.




