İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Yıldırım ile Kahramanmaraş depremi sonrası gündeme gelen konuları konuştuk. Yıldırım, temelden malzeme kalitesine, yapı denetiminden kentleşmeye, olası İstanbul depreminden kentsel dönüşümün ekonomik boyutuna dek yorumlarını bizimle paylaştı.
İki kıta arasında jeolojik yapısı itibariyle bir köprü gibi yer alan ülkemizi depremlerden ayrı düşünmek imkânsız. Geçmişimiz kuzeyden güneye, doğudan batıya deprem öyküleriyle dolu. Yapı güvenliği bizi depremden gerçekten ve nereye kadar koruyabilir?
Yapı güvenliği bizi depremlerden korur. Ancak ürettiğimiz yapılarda şartlara, şartnamelere dikkat edersek korur. Eski binaların yıkılma nedenleri ağırlıkla iyi zemin olmayan yerde uygun olmayan temel yapma, binanın projesine uymama, beton kalitesine ve demir kalitesine uymama var. Bakıyoruz beton iyi dökülmüş, fakat demir kötü. Demirler iyi, bu kez de beton problemli, hatalı uygulanmış yahut kötü kalitede.
Bilinçsizce, düşüncesizce birbirine benzeyen binalar yapılmış. Maraş depreminde yıkılan binaların %3 kadarının yeni yapılan binalar olduğu söyleniyor. Bu, şu demek; yapıyı yeni yönetmeliğe göre çözmüşler, ama zemine göre yapı planlamamışlar, devrilen binalar mesela bozuk zemin üzerine yeterince bodrum kat olmadan veya gerektiği halde kazık çakılmadan veya gerektiği halde zemin iyileştirilmesi uygulanmadan yapılmış. O zemine göre bina projelendirseniz bunlar olmaz. Ayrıca, demiri, betonu doğru olursa sorun olmaz.
Bırakın yeni yönetmeliği, 1975 yönetmeliğine göre bile bina yapılsa; oradan fay geçmiyorsa ve zemin iyiyse, bölgedeki binaların yıkılmadığını gördük. Buradan da anlaşılıyor ki, bizim ülkemizde şartnamelere, yönetmeliklere uyulmamış, uyulsa bile projelendirmelere uyulmamış. Kaliteye dikkat edilmemiş.
Deprem bölgesinde yaşamanın gereği neyse onu yapmak zorundayız artık. Japonya’da her bina depreme göre projelendiriliyor ve depremden sonrada kullanılabilecek şekilde planlama yapılıyor. Bizde sadece hastaneler böyle projelendirildi. Oysa binalar da öyle olmalı, bu arada maliyet de artıyor tabi ki. Bizde ekonomi sorunlu, şimdiki daha az emniyetle yapılmış bina maliyetleriyle bile insanlar bina satın alamıyor, kirayı bile karşılayamıyor. O durumda tabii ki daha emniyetli projelendirilmiş binalarda maliyet katlandığı için tercih edilmez diye bu gereklilikler devreden çıkarılıyor. Bu bir sıkıntı. Yapmaya kalksak yaparız, bilgi ve tecrübede eksiğimiz asla yok. Bu durumların çözülmesi için politika üretilmeli. Ekonomiyle çok ilişkili bu durum.
Tünel kalıp sistemi, sismik izolatör, radye temel… Gündelik yaşamımıza dahil olan bu çözümlerden hangisi neye yarar, nerede ne tercih edilmeli?
Tünel kalıp demek binanın gövdesinde kolonlar yerine, tama- men betonarme taşıyıcı perde duvarlar kullanmak demek. Bura- da yapıyı daha hızlı yapmak amaç olduğu için, binanın kabasının yapımında, her tarafının kayar kalıplarla imal edilmesi gerçekleştiriliyor. Hızlı bina yapmak için bulunmuş bir sistem, ancak bu şekilde yapınca binanın her yeri perde eleman oluyor. Rijit, her tarafı sağlam bir yapı olduğunda bina devrilse bile kutu şeklinde devrilir ve hasar azalır. Yine de öncelik temeldir, tünel kalıp da olsa zemin çok önemli temeli yaparken bunu atlamamak gerekiyor. Radye temel ya da kazık çakmak, zemini iyileştirmek; o binanın hesabı kitabı ne ise ona göre çalışmak zorundayız.
İzolatörlere gelirsek; yer tabakası sallanırken izolatörün üzerin- deki bina sanki yerden kesilmiş ve etkiyi almamış şekilde duruyor, bu durum ayrıca süspansiyon görevi de sağlıyor ve binaya depremin aynı şiddetini vermiyor, haliyle emniyetli hale geliyor. Hastanelerde bu etkiyi depremde gördük ve izolatörlerin % 99’u sınavı geçti. %1’inde belki aksaklıklar oldu, mesela izolatör yapılan binanın salınması için yan açıklar bırakılmadığında sistem başarısız oldu ve bu gibi başka az oranda aksaklıklar da oldu. Öte yandan kullanılan izolatörlerin uluslararası kalitede, test edilmiş, onaylanmış olması da önemli. Yeni kurulmuş, kalitesi tecrübe edilmemiş firmaların üretim yaparak “Bende üretiyorum, sorun yok” demesiyle, bu izolatörlerin kullanılması olmaz.
Tünel kalıp sistemi ile kurulan binalar çökmez deniyor. Diğer yandan bu nedenle tünel kalıpla yapılan binalar tek tip bir görüntü çıkarıyor ortaya. Oysa kentlilik bir yandan kent kültürünü de yansıtabilmeli. Hatay gibi tarihi kentleri tünel kalıp sistemli binalarla sarmak ne kadar doğru olur? Kent dokusunu yansıtmak için nasıl bir çözümle binalar yapılmalı?
Hatay gerçekten dünya tarihi için bir değer. Tünel kalıp evet, tek tipleştirir. Şehrin tarihi olmayan konut ihtiyaç alanında bu çözümle ilerlenip, tarihi alanlarda az katlı ve dokuya uygun, özgün, mimari estetik kaygılarla plan yapmak lazım. Yalnız tünel kalıp da değil, tarihi dokuyu yansıtmayan hiçbir yapı o alanlara girmemeli. Mimarlar ve mühendisler bölgedeki değerli tarihi dokuya iş birliği içinde çözüm üretmeli. Tabii buna alan açmak gerek, kentlerin yeniden inşa süreci dokusu ve kültürü de hesaba katıldığında “çok kısa bir sürede inşaa ile” oldu bittiye gelmemeli ki yaşamaktan, gezip, görmekten mutluluk duyulabilsin eskisi gibi.
Bize yapı denetim sürecini anlatır mısınız? İnşa süreci başlamadan ve bittikten sonraya dek hangi aşamalar var?
Hukukçular benden daha iyi bilir bu konuyu, ama dikkat çekmek istediğim bir konu var. Eskiden yapı denetim değil TUS vardı ve bina yanına gidip, gidilmediği bile şüpheliydi; dolayısı ile böyle inşa edilmiş yapıların güvenliği de tartışmalıydı. 99 depremi sonrası bu mekanizma yapı denetimle değişti, gelişti. Hatalar vardı, ama çözüldü, çözülmeye devam ediliyor.
Bir dönem kendi paravan kurduğu yapı denetim firmasıyla kendi inşaatlarını denetleyen müteahhitlik şirketleri türemişti. Bunun da önüne geçildi, artık havuz sistemiyle rastgele yapı denetim şirketi atanıyor. Eşe dosta ya da paravan yapı denetim şirketlerine usulsüz denetletme sağlanmasın diye. Böylece aralarında diyalog olmayan insanlarla kontrol oluyor.
Yine de ülkemizdeki yapı denetim firmalarının tecrübesi, ciddiyeti ve iş ahlakı çok önemli. Yapı denetimcilerin bakanlıklara karşı sorumluluğu var. Onlar da denetime tâbi. Şikâyet edildiklerinde hesap verecekleri bir sistem var en azından.
“Akademik kişilerle devlet iş birliği daha sistematik olmalı. İş birliğiyle olayların üstüne gitmemiz lazım. Birlikte zaten çalışıyoruz hem bakanlıklarla hem belediyelerle, ancak bir başlık altında, daha planlı davranmak önemli. Bu resmi iş birlikleri kredi bulmak için de kolaylık sağlayacaktır.”
Sizce Deprem Yönetmeliği yeterli mi? Eksik bulduğunuz yönler, değişmesini önerdiğiniz neler var?
Ben şunun olacağını düşünüyorum, yıl yıl yönetmelikte eksiklikler olduğu, yetersiz olduğu için değişir. Örneğin biraz geriye giderek sayarsak, 1968, 1975, 1997, 2007 yönetmelikleri vardı, en son değişmeyle de 2018 yönetmeliği var. Son yönetmelikte, binalara deprem etkisini yansıtmak için, ivme değeri 0,40 mertebesinde alınıyor. Son depremde bu ivme değerinin yaklaşık 1,29’a kadar çıktığı görüldü. Yeni oluşturulacak yönetmelikte bu düşük ivme değeri değişmeli diye düşünüyorum.
Deprem sonrasında gündeme gelen konulardan biri de yapı stoğunun kontrolü ve depreme dayanıklı olup olmadığının anlaşılması. Bu alanda mevcut durumda hangi çalışmaların yapılması gerekiyor?
İstanbul’da belediyeler, 99 depremini milat alarak hızlı taramayla inceliyorlar binaları. Kartal, Şişli, İstanbul Büyükşehir belediyeleriyle konuştum, bizzat gidip gördüm. Mesela Kartal Belediyesi “17 bin bina yenilemeyi düşünüyoruz” diyor, incelemek için biz gibi akademik hocalara da danışıyorlar, bir şeyler yapma çabası var, ama bu yetmiyor 90 bin tane yapı stokundan bahsediliyor. 150 bin-200 bin civarına çıkabilir bu rakam. Bir şeyler yapmak için niyet büyük, ama para ve kredi lazım. Eğer kredi sorunu çözülmezse ilerleme sağlanamaz.
Ülkemiz genel olarak deprem kuşağında yer alıyor ancak hem nüfus hem de genel ekonomik önemi sebebiyle İstanbul depremi daha çok gündeme geliyor. İstanbul’da deprem olduğunda nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalabiliriz? Genel görüşleriniz nelerdir?
Problemli yapı stoku öncelikle halledilmeli. Yapılmazsa çok sayıda kayıp yaşarız. Onu bunu bırakıp bu işi yapmak zorundayız artık! Hızlı olmak, yıkım ve yeniden yapımların yanı sıra güçlendirmenin mümkün olduğu stokları güçlendirmek çok önemli. Dediğim gibi kredi işlerinin çözülmesi gerekiyor.
Akademik kişiler ile Devlet iş birliği daha sistematik olmalı. İş birliğiyle olayların üstüne gitmemiz lazım. Birlikte zaten çalışıyoruz hem bakanlıklarla hem belediyelerle, ancak bir başlık altında, daha planlı davranmak önemli. Bu resmi iş birlikleri kredi bulmak için de kolaylık sağlayacaktır.
Depreme dayanıklı yapıların inşası için hangi beton ve çimento ürünleri kullanılmalı? Bazı firmalar ve mühendisler doğru ürün gittiği halde sahada zaman tasarrufu için yanlış uygulama yapıldığını belirtiyor. İşin doğrusu nasıl yapılmalı hem üretirken hem de sahada?
Yapıları yaparken kullanılan malzemelerin ince işçilik ile ilgili olanları estetik temelli. O kısımlar için bir şey diyemem yapı güvenliği söz konusu olunca, gerçi insanlar çoğunlukla ince işçilik malzemesi pahalı ve güzel olana gidiyordu deprem öncesi. Yani kusursuz ve iyi malzemeli banyoları olan lüks evlerin kötü kalite beton ve demirle nasıl tarumar olduğunu görene dek.
“İnsanlar bina tercihlerinde çoğunlukla ince işçilik malzemesi pahalı ve güzel olana gidiyordu deprem öncesi. Yani kusursuz ve iyi malzemeli banyoları olan lüks evlerin kötü kalite beton ve demirle nasıl tarumar olduğunu görene dek.”
Taşıyıcı malzemeler önemli bizim için. Beton kalitesi, demir kalitesi, betondaki çimento kalitesi ve uygulaması… Ülkemizde çimento kalitesi çok iyi, ama bilinçli uygulama lazım. Demir ve çelik de yeterli kalitede var, ama hurdadan demir meselesini duyuyoruz çok. 99 depreminde de oldu bu, yerli üretim inşaat demirlerinin kullanıldığı binalar ayakta kaldı, ama Bulgaristan’dan ithal edilen hurda demirler yüzünden binlerce insan enkaz altında kaldı. Dahası Maraş depremi sonrası yapılan araştırmaların sonucunda henüz yapılan açıklamalar gösterdi ki bu depremde de Suriye’den alınan ithal demirler nedeniyle gerçekleşmiş çoğu yıkım. Oysa bizim cumhuriyetle kurulan Demir-Çelik fabrikalarımızın ürettiği demir ve çelik kalitesi böyle sorunlar yaratmıyor.
Denetim mühim. Bilgi birikimi, tecrübe mühim. Üretim kapasitesi de önemli. Betonu iyi üretiyorum demek kadar, kum, mıcır, kırma taş stoğu olması da önemli. Önümüzdeki dönemde agrega sıkıntısı yaşayacağız, çünkü çoğu ocak kapatıldı. Kum ocaklarında ruhsat işlemleri uzadı. Tabii ki betonlaşma çok sevilen bir şey değil, ocaklar her yere açılmamalı, fakat acil bir sorunumuz var ve bu sorunu çözmek için bu konular acil olarak ele alınmalı. Ocaklar olmazsa, agregaya erişemezsek iyi beton üretemez ve iyi bina yapamayız.
Agrega ocakları için bir atılım olması lazım bürokratik konuda. Doğru politikalar altında denetlenmesi de bir sorun değil, biz inşaat açısından, dünyada da teknik bilgi birikim alanında en iyi ülkelerden biriyiz. Yeter ki insanları güvenle evlere kavuşturalım.
Hocam son olarak binaların hasar tespiti için endişeler oluşmaya başladı, mesela mühendis olmayanların, yeni kurulmuş firmaların karot alması gibi…
Bunu sadece üniversiteler yapamaz evet, çünkü kapasite yetmez zira deprem sonrası talep arttı. Ben de duyuyorum tesisatçılar karot alıyor deniyor, bu bir hata ama mühendis başındaysa, testi mühendis yapıyorsa, tesisatçı sadece karot alma işlemini mühendis gözetiminde yapabilir.
Burada mühim tespit ve deney yapacak olan firmanın güvenilir, tecrübeli, referanslı olması. Tercih yaparken uzun yıllardır bu işi yapan, güvenilir firmalara yönelmek, üniversitelerin danışmanlıkları ile iş birliği halinde olan, aklı başında kişilere işi emanet etmek gerekli diye düşünüyorum.